DOLAR
34,5202
EURO
36,1376
ALTIN
2.963,23
BIST
9.367,77
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
17°C
İstanbul
17°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
19°C
Cumartesi Az Bulutlu
9°C
Pazar Çok Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
10°C

Gidişiyle hayatımız yoksullaştı

Ulla, önceki yıl geçirdiği rahatsızlıktan sonra gelen pandemi yüzünden bir yıldır evde kapalı kalmanın Demir’i yıprattığını, kaslarının …

Gidişiyle hayatımız yoksullaştı
28/02/2021 02:39
227
A+
A-

Ulla, önceki yıl geçirdiği rahatsızlıktan sonra gelen pandemi yüzünden bir yıldır evde kapalı kalmanın Demir’i yıprattığını, kaslarının zayıfladığını, güçsüz kaldığını söyledi. Bir hafta sonra aradığında ise “Yarım saat önce Demir’i kaybettik” diyebildi. Zaten daha söze başlarken kötü haberin geldiğini sezmiştim. Akşam büyük oğlu Milko aradı. Çok sarsılmış olduğu sesinden belliydi. Son saatleri, son dakikaları anlattı. “Babam son zamanlarda bazen bana Osman diyordu. Senden de söz ediyorduk. Sen artık benim amcamsın” dedi. Milko ile aynı mahallede oturuyoruz. Ertesi gün kafede buluştuk. O da babası gibi çay içti. Demir Özlü’nün aramızdan ayrılışıyla hepimizin biraz eksildiğini anlattım. Teselli olsun diye söylememiştim. Demir Özlü’nün ifadesiyle, insanların nesneleştirildiği, insansız bir toplumda biz kendi aramızda nefes aldığımız, susuzluğumuzu giderdiğimiz bir vaha oluşturmuştuk.

Modern Türk edebiyatının seçkin ismi Demir Özlü aramızdan ayrılıp giderken, edebiyat dünyasını ve bizi öksüz bırakmıştı. O eserleriyle yaşayacaktı ama onunla bir daha sohbet edemeyecek, gülemeyecek, dertleşemeyecektik. Lütfi Özkök’ten sonra bir bilge insanın daha eksikliğiyle hayatımız biraz daha yoksullaşacaktı. Yaklaşık kırk yıldır kafelerde, restoranlarda, evlerimizde buluşarak hayatımızı renklendirmiş, zenginleştirmiştik. Artık anılarla yaşayacaktık.

Esrik akşamlar

Demir Özlü, 12 Eylül öncesi her gün 30-35 kişinin teröre kurban gittiği kaos ortamında oğlu Milko’nun “Baba ben büyümek istemiyorum, büyükleri öldürüyorlar” sözleri üzerine geçici olarak ailesiyle İsveç’e yerleşme kararı almış, 1979’da Stockholm’e gitmişti. Karanlık dönemden sonra gene İstanbul’a döneceklerdi. Ama terörün yol açtığı kaos ortamı askeri darbeyle faşizan bir rejime evrilmişti. Bunun üzerine bizim de sürgünlük dönemimiz başlamıştı. Demir Özlü’yü İstanbul’dan tanıdığım için Stockholm’e gelir gelmez aramıştım. Küçük bir arkadaş grubuyla sıkça buluşmaya başlamıştık. Türkiye’deki gelişmeleri izliyor, dertleşiyor, geleceğe ilişkin tahminlerde bulunuyorduk. Ruhu İstanbul’la bütünleşmiş olan Demir Özlü, için için memleket özlemi çekiyordu. Sürgünlük hayatının bunaltıcı günleriydi. Cuma akşamları esrik akşamlara dönmüştü. Umutluyduk, birkaç yıl sonra dönebileceğimizi sanıyorduk.

Öyle olmayacağını anlamak epey vakit aldı. Almanya’da, Hollanda’da, İngiltere’de, Finlandiya’da konferanslara katıldı. Dönme umutlarımızın yıkıldığı yetmiyormuş gibi 1986’da vatandaşlıktan atıldı. Ama o, demokrasi ve özgürlük için verilen mücadeleye katkıda bulunurken kitaplarına da yoğunlaştı. Kitaplarında Paris, Berlin, Amsterdam, Stockholm gibi kentleri ve insanları, insanın yalnızlığını, bunalımını, varoluş sorunlarını felsefesini yansıtarak dokudu. Son kitaplarında ilk ve ortaokul döneminin geçtiği Ödemiş’i, Gölcük Yaylası’nı ve anılarını anlattı.

Anılar…

Demir Özlü, özellikle Japon kirazlarının çiçek açtığı günlerde, Södermalm’deki kafenin önünde, ağacın altında oturmayı severdi. Kışları ise “Stockholm Öyküleri”nde “Lilla Maria” olarak anlattığı kafede buluşurduk. Restoran Lilla Maria, Rival adıyla kafeye dönüşmüştü. Buralardaki sohbetlerimizde 1960 öncesi öğrencilerin gösterilerinden TİP’in kuruluşuna, parti içindeki çatışmalara, İstanbul günlerine ve12 Mart döneminde yaşadıklarına kadar pek çok gözlemini, anısını dinledim. Her zaman sakin, alçak tonda konuşurdu. Birkaç yıl önce gene böyle bir sohbet sırasında yan masadaki genç kadının bizi dinlediğini sezdim. Epey bir süre dinledikten sonra, bize dönüp hangi dili konuştuğumuzu sordu. Türkçe deyince şaşırdı. Bazı sözcüklere aşinaymış ama bizim konuştuğumuz dil tanıdığı Türklerin konuşmasından farklı olduğu için merak etmiş. Meğer Türkçemiz kulağa çok hoş gelen melodik bir dilmiş. Hatırladıkça bu sohbetlerin artık sadece anılarda kalmasına çok hayıflanıyorum.

Demir Özlü’nün anılarında en çok söz ettiği iki kişi babası Sabih Bey ve Kabataş Lisesi’nde edebiyat öğretmeni Behçet Necatigil’di. İstanbul sevgisi babasından geçmiş. “İstanbul bir kültür şehridir” diyerek çocuklarının orada büyümesi için Ödemiş’ten naklini istemiş. Demir Özlü de lise yıllarından itibaren İstanbul’u, sokaklarını adım adım gezerek keşfetmiş. Behçet Necatigil’den de edebiyat tutkusunu almış.

Demir Özlü birkaç kez Berlin’in Wannsee bölgesindeki yazarların çalışması için tahsis edilmiş, kurumun misafiri olmuştu. Bir kez orada ziyaret etmiştim. Binayı gezdirdikten sonra beni bir mezarlığa götürmüştü. Büyük Alman Yazarı Heinrich von Kleist’ın mezarını ziyaret etmiş, sonra bir kafede sohbet etmiştik. Kleist’ı lise yıllarında Behçet Necatigil sayesinde keşfettiğini anlatmıştı.

Vefalı bir insandı. Bir İstanbul beyfendisiydi. Işıklarda uyusun.

[email protected]

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.