Bu cümleyi sadece şiirlerde okumaz insan; umutsuzluk, pişmanlık, huzur arayışı, umarsız isyanlar, filmi başa sarma isteği söyletebilir mesela sana, bana… Bilinçli ya da bilinçsiz, an gelir bu duyguya gark olur insan; keşke hiç doğmasaydım, der… Uyku pozisyonlarımız mesela, onlar da bu kaçış isteğimizi ele verir çoğu kez. Ana rahminin ıslak, karanlık ve yalnız ortamı ne kadar depresif dursa da varlığın en güven duyduğu sığınağı olsa gerek…
Portakalda vitaminken oraya gelişimiz konusunda söz hakkımız olmasa da iyiyizdir orada, kaostan uzakta… Yoksa bile isteye, seçerek mi düşmüşüzdür o rahme? Kim bilir? Belki de orada yeni başlayacak yaşam maceramız, nasıl biri olacağımız ve sahipleneceğimiz dava üzerine bolca düşünme, dinleme, tartma, karar verme şansımız vardır aslında, her ne kadar bize bunun imkânsız olduğu ve zaten asla hatırlamayacağımız söylense de… Kim bilir? Berkun Oya biliyor olabilir mi mesela?
Yaratımlarını sabırsızlıkla bekleyenlerin anlamış olduğu üzere senarist ve yönetmen Berkun Oya’nın son eseri Kuvvetli Bir Alkış dizisinden ilhamla yazıyorum bu yazıyı. Ana rahmi göndermesini başta sarkastik sonda trajik biçimde öyle güzel vurgulamış ki, şahsen zor zamanlarda içinde olmayı arzuladığım ve hatta bir meditasyonumda baya baya içine seyahat ettiğim annemin rahmini bana yeniden hatırlattı. Ancak bununla yetinmiyor Berkun Oya ! Bu metafor hatırlattığı -ya da suratımıza çarptığı diyelim- kavramlardan sadece bir tanesi. Aile olgusundan giriyor standartlığa değiniyor, ebeveynlerin çocuğa yüklediklerini tartıyor, iletişimsizliğin sesi oluyor, oradan topluma uzanıyor sistem köleliğinin altını çiziyor, bireyselliği resmediyor, varoluşa parmak basıyor, çaresiz anlam arayışlarına ayna tutuyor, çağımızla dalgasını geçiyor, önyargı ve kutuplaşmayı diyaloglarla kanırtıyor, sürreal sahnelerle nihilizme, hatta spiritüalizm ve reenkarnasyona değiyor, özgürlük ve özgünlük kavramlarınınsa soyut heykelini dikiyor…!
Ortalama 25 dakikadan 6 bölüm süren dizi, baştan sona Spinoza, Sartre, Nietzsche, Kierkegaard, Camus, Schopenhauer ve daha niceleri gibi dev filozofların bir tür vücuda gelmiş düşünsel antolojisi adeta… Diziyi izlemek yetmiyor, onu kare kare okumak, her sahnesini, her repliğini iliklerimizde sorgulamak gerekiyor, bana göre.
Düz bir anlatımla dizi -ki bu ne kadar mümkündür bilmiyorum, deneyeceğim- yeni evli çift Zeynep (Aslıhan Gürbüz ) ve Mehmet’in (Fatih Artman ) çocuk sahibi olmasını ama dünyaya getirdikleri çocukları Metin’in (5 yaş: Rezdar Taştan , 10 yaş: Eyüp Mert İlkis ve yetişkin hali: Cihat Süvarioğlu ) aslında dünyaya gelmeyi hiç istememesini, ana rahmine kaçma çabalarını, portakaldaki vitamin halini özlemesini, yaşamı boyunca varoluşsal sancılar çekerek kendisini tüketmesini, bu ana tema üzerinden de çekirdek aile yapısı, ebeveynlik, kadın-erkek ilişkileri, toplumsal dinamikler ve yaşam gibi gerçekleri kara mizahı önüne alarak, sürreal ve yer yer absürt bir tonda anlatıyor diyebiliriz. Ama düz kelimesi de bu dizi için “absürt” kaçacağından önerim diziyi hemen izlemeniz ve her bölümü ayrı ayrı tahlil etmeniz olacaktır. Zira her bölüm başka başka kavramlarla çapa atıyor insanın zihnine. En iyisi ben size birkaç replik üzerinden tüyo vermeye çalışayım.
“Yalnız kalamadığım için sevgili oldum seninle, ayrılamadığım için evlendim, boşanamadığım için çocuk yaptım, 30 sene geçiverdi anlamadan.” / Zeynep
Oyunculuğu ile baş tacım olan Aslıhan Gürbüz, hayat verdiği Zeynep karakteri ile ne istediğini bilmeyen, bildiğini de içine gömen bir kadının eş kimliğinde evliliği için, anne kimliğinde çocuğu için taşıyabileceği riskleri şahane canlandırıyor. Toplumda bolca örneğini gördüğümüz bu durum dizide yazarın dikkat çektiği ve elbette eleştirdiği önemli noktalardan biri olarak öne çıkıyor.
“Geçmiş sadece bir parti teması değil benim için Ahu! Misket atıp, ip atlayıp yüzleşemezsiniz geçmişle.” / Çocuk Metin
Çocuk oyuncuların bu dizide yıldızlaştığını söylemeliyim. Metin’in 5 yaş halini canlandıran Rezdar Taştan ile sevdiği kız Ahu rolündeki Kayra Orta ’nın 3. bölüm başındaki diyalogları nice yetişkin oyuncunun altından kalkamayacağı zorlukta diyebilirim. Yaklaşık 7 dakika boyunca süren, sıklıkla akışkan teknikle çekilmiş, içindeki boşluğu dolduramayan Metin ile dışarda hayat var diyen, o boşluğun içinde boğulmaktansa 80’ler partisi vermeyi tercih eden Ahu’nun bu “büyümüş de küçülmüş insan” diyalogları, günümüzde karamsarlarla iyimserlerin, içedönüklerle dışadönüklerin ya da bedbahtlarla neşelilerin atışmasıydı adeta. Hayranlıkla izledim.
“Gel sen beni dinle. Sen de bir seçim yap. Bir hikâye yarat kendine. Bul bir mücadele. Savaş bir ömür. Geber git!” / Cenin Kudret
Bu repliğin açılımını yaparsam dizinin en can alıcı sahnelerinden biri hakkında spoiler vermiş olacağım. O yüzden sadece bir “teaser” olarak yer verip, yorumu size bırakayım. Ancak şunu söyleyebilirim: Kuvvetli Bir Alkış ’ı izlerken; yukarıdaki bu cümlenin yüklerine daha henüz ana rahmindeyken savaş açmış, “normal seviyede bir anormal” dahi olamayan Metin’den; beklentilerle dolu yaşamında her şeyi içine atarak kendini kandırmayı başarmış, teselliyi ömür boyu meditasyon yaparak arayan Zeynep’ten; toplumun dayattığı “baba” çerçevesi içinde kalıp, hatalarıyla yüzleşmekten, hislerinde derinleşmekten korkan Mehmet’ten parçalar bulacaksınız hepiniz kendi benliğinizde, bahse girerim.
Ezcümle;
Alegoriye, metaforlara, felsefeye ilgisi olmayanlar, -günümüzde yaygın bir alışkanlık olarak- düşünmeye üşenenler için “absürt bir komedimsi deneme” olarak görülebilecek bu yapım, yaşamı her daim sorgulayanlar için bir “hazine” olabilir. Diziyi yorumlamak için yürek yemiş olmak bile gerekebilir 🙂 Ama parmaklarım durmuyor. Hatta daha önce Azizler, Bir Başkadır, Cici gibi yapımlarla hayranlığımızı kazanan, bu eserde de yazar, yönetmen ve yapımcı olarak karşımıza çıkan Berkun Oya ’yı, keskin nişancılığı ile doğru oyuncu hedefini on ikiden vurmasından ve 150 dakikaya sıkıştırılmış bu kavramlar şöleninden dolayı kuvvetli bir şekilde alkışlıyorum. Gerçekten sıra dışı bir eser Kuvvetli Bir Alkış .
Öznot: Dizinin potansiyel tek sıkıntısı; neredeyse hayatın detaylarına dair yapılabilecek tüm eleştirileri bir diziye toplamamış olmasından ve üzerine düşünülecek kavramların, sorgulanacak, yeniden hatırlanacak meselelerin çokluğundan ötürü konuların birbirine karışıp, bazılarının güme gitmesi olabilir. İnsanız neticede, bu kadar yüklenmese miydi bize acaba dedirtiyor yani
Instagram
Web
Linkedln
Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio’nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio