SELİM MERTOĞLU“Ağaç yaşken eğilir” atasözünü günlük hayatımız içinde mutlaka kullanmışızdır. Ne var ki bu sözün değerini yeterince kavrayabiliyor …
SELİM MERTOĞLU
“Ağaç yaşken eğilir” atasözünü günlük hayatımız içinde mutlaka kullanmışızdır. Ne var ki bu sözün değerini yeterince kavrayabiliyor muyuz? Benim bu soruya cevabım maalesef hayır. Halbuki Doğan Cüceloğlu’nun vefatından kısa süre önce çıkan ve adeta bize miras bıraktığı “Var mısın?” başlıklı kitabında şu gerçeğe dikkat çekilmekte: “Uygar bir toplum, çocuğun yetiştiği aile ve eğitildiği okul ortamında neyin ödüllendirildiği ile yaşamın neyi ödüllendirdiği arasında sürekli ilişki kurmaya çalışır.” Cüceloğlu, sağlıklı bir toplumun, evrensel değerlere uygun bireylerden oluşan yapısıyla güçlü olabileceğini ve kalabileceğini belirtiyor. Türkiye’nin yetiştirdiği önemli bilim insanlarından biri olan Doğan Cüceloğlu, sadece eserleriyle değil aslında yaşantısıyla örnek bir isim. Gazeteci Deniz Bayramoğlu’nun kendisiyle yaptığı nehir söyleşiden oluşan “Var mısın? Kendini keşfetmeye zorluklarla başa çıkmaya” adlı eserinin satırlarında bir taraftan kendisini bize açarken, öte taraftan bir aile büyüğü edasıyla iyi bir birey ve güçlü bir toplum olmak için atılması gereken adımları sade ve anlaşılır bir dille aktarıyor.
83 YILLIK HİKAYE
Deniz Bayramoğlu’nun sorularıyla açtığı alanlara, 83 yıllık yaşantısından damıttığı kelimeleri bir savaşçının sözleriyle akıtıyor. Yaşamın binlerce mikrokozmosun bir araya gelmesinden oluştuğunu belirten Cüceloğlu, insanoğlunun da bu mikrokozmozlardan birini oluşturduğunu ve ancak bunun farkına varması halinde, hayattaki amacına ulaşabileceğini belirtiyor. Bunun için de önce kendi etki alanımızın farkına varmamız gerekiyor. Eğer “birey kendi değerleri ve inançlarıyla ilişkisini sıkı kurarsa kendisine bir alan yaratır.” diyen müteveffa bilim insanı “Savaşçının gücü niyetinin saflığındadır.” diye de ekliyor. Niyetin bilgiye, bilginin eyleme ve eylemin de neticeye götüreceğini belirtiyor. İşte bu çerçevede bireyin çocukluk dönemini kendisini geliştirmesine, farkına varmasına ve keşfetmesine yol açacak sağlıklı bir aile ve sosyal ortamda geçmesinin önemine işaret ediyor. Doğan Cüceloğlu, çocuk, üzerinde hassasiyetle duruyor. Çünkü toplumun temel yapı taşının çocuk olduğunu düşünüyor. Bu noktada bize sunduğu ikna edici donelerle de çerçeveyi kendi hayatından kattığı örneklerle zenginleştiriyor.
ANNESİZLİĞE VURGU
Feleğin çemberinden geçmiş bir insan Cüceloğlu. Küçük yaşta annesiz kalmış olmanın, annesiz yetişmiş olmanın ruhunda oluşturduğu izi taşıyan, kalabalık bir ailede erken yaşta sorumluluklar almasının kendisine etkisini ve hayatın akışı içinde kendini keşfederek kazandığı savaşçı ruhunu bize kitabının satır aralarında gösteriyor. Kendisine karşı dürüst olmayan bir kişinin, diğer kişilerle ilişkisini de doğru bir biçimde yönetemeyeceğini belirten Cüceloğlu, bunun yerçekimi gibi değişmez bir kural haline getirdiğini belirtiyor ve “Gelişmiş bir insanın hüznünün, mutluluğunun, özleminin, kaygısının coşkusunun yani duygularının farkına varır.” diyor. İnsanın duygularıyla birey olduğunu, satır aralarında bize sürekli hatırlatıyor. Duygularını göstermek zayıflık değil bilakis bir güç göstergesi birey için. Güçlü birey duygularıyla barışık olmasıyla kendini gösteriyor. Bunun için de toplumda korku kültürünün yerine sevgi kültürünün hakim olması gerektiğini ve bunun da aileden başlamasıyla gerçekleşebileceği belirten Cüceloğlu, aile ortamının çocuğu bir kalıba sığdırmaya değil kendini keşfetmeyi sağlayacak şekilde tanımlanmasının, sağlıklı ve gelişmeye açık bir toplum için olmazsa olmaz olduğunu söylüyor. Cüceli Sami’nin en küçük oğlu Doğan, hayat yolculuğundan bazı köşe taşlarını da aktardığı kelimelerinde ailesiyle ve çocuklarıyla ilişkisinde yaptığı hataları, çıkardığı dersleri de açık kalple bizimle paylaşıyor. Cüceloğlu adeta Yunus Emre’nin yüzyıllar önce dile getirdiği
Dizelerini bize yeniden hatırlatıyor. Kendini tanımayan, dinlemeyen ve anlamayan bir bireylerden oluşan bir toplumun geleceğe güvenle bakmasının mümkün olmadığını bize ince ve nazik üslubuyla aktarıyor, hatırlatıyor. Cüceloğlu, günümüz batı toplumlarında salık verilen hedefe varmak için her yolu mübâh gören bir birey tanımlaması yapmıyor. Bilakis bireyin kendi çevresiyle kurduğu anlamlı bir ortaklık ve işbirliğiyle vücut bulacağını kaydediyor. Biz diyebilen bir ben, onun için değerli olan. Farklılıklarıyla biz içinde yer edinen ve yük alan bir bireye ihtiyacımız olduğunun altını çiziyor. Toplumun, tıpkı nehirlerden beslenen bir deniz gibi olması halinde güçlü ve kapsayıcı olabileceğini bizlere hatırlatıyor.