Kimi sabahın üçünde ilham bulur, kimisi yabancılarla hararetli bir konuşmanın ortasında… Bazıları ise ilhamı sessiz bir yalnızlığın içinde bulur. Birçok kişi için yalnızlık bunaltıcı ve üzücü olabilir, ancak ister hapishanede, ister karantinada, sürgünde veya kendi isteğinizle yalnız olun, bu genellikle sanat yapmak için mükemmel bir ortamdır. Hatta listemizdeki bazı sanatçılar sırf ilham gelsin diye kendisini bir yerlere kilitleyip yalnız kalmayı tercih etmiş. Gelin yalnızlıkta demlenmiş olan bu sanatçılara ve mükemmel eserlerine bir göz atalım. 👇
Kaynak: https://culturacolectiva.com/en/art/s…
1. Edvard Munch Çığlık portresinin ünlü ressamı Edvard Munch, İspanyol gribi dönemindeki karantinayı yaşadı. Bu olay onu karakterize eden tarz olarak ‘hastalıklı’ nitelikte bazı eserler yaratma fırsatını yakalamasını sağladı. En seçkin eserleri arasında Otoportre yer alıyor. Bu başarıda İspanyol gribinden ilham aldığını söylemek gerek. Her ikisinin de grip komplikasyonlarından öldüğüne inanılan Egon Schiele ve Gustav Klimt’in aksine Munch İspanyol gribinin ardından iyileşti ve yaklaşık 25 yıl daha yaşadı. Karantina döneminde çektiği yalnızlık hissini ise hiçbir zaman unutamadı.
2. Tracey Emin
1996’da Tracey Emin, Stockholm’de iki haftalığına kapalı bir galeride bir grup boş tuval ve sanat malzemesinden başka hiçbir şey olmadan yaşadı. Kıyafet bile giymiyordu. Emin, kendi derin otobiyografik görsel diline ulaşabilmek için tamamen yapayalnız ve özgür bir insan olmayı deneyimleyebilmek istemişti. Yaptığım Son Resmin Şeytan Çıkarılması adlı projesi, kariyerinin en önemli eserleri olan 12 büyük ölçekli tuval, yedi vücut resmi ve 79 çizim ve eskizle sonuçlandı.
3. Frida Kahlo Frida Kahlo, onu yatağına ve dolayısıyla odasının yalnızlığına uzun süre bağlayan iki önemli fiziksel travma geçirdi. Altı yaşındayken çocuk felcine yakalandı ve bu onun ömür boyu acı çekmesine neden oldu. 12 yıl sonra bindiği otobüs tramvayla çarpışıp omurgasını ve pelvisini kırdığında ağır yaralandı ve yine yatağa ve yalnızlığa mahkum kaldı. Bu sırada yatağından ilk otoportresini yaptı. Ressam, hayatı boyunca yatağından resim yapmak zorunda kaldı, dış dünya ile uyum sağlayabilmek adına yanında hep bir aynası vardı.
4. Ruth Asawa Ruth asawa Kaliforniya’da doğdu, ancak 2. Dünya Savaşı sırasında Japon gözaltı kamplarına götürüldü. İlk olarak 1942’de 16 yaşındayken bir kampa gönderildi ve beş ay boyunca bir yarış pistinde yaşadı. Genç Asawa’ya çizimin temellerini öğretenler ise, gözaltında onunla bulunan birkaç Disney karikatürcüsüydü. Sanatçı, kariyerinin zirvesindeyken bu deneyimin onu bir sanatçı olmasındaki en önemli etken olduğunu söyledi. Yalnızlık çektiği ve atlarla birlikte uyumak zorunda kaldığı dönemlerde çizim yapmak ruhunu dinlendirmişti. Sanatın iyileştirici gücü kendini göstermişti.
5. Gülsün Karamustafa 1971 Türk darbesi sırasında sanatçı, siyasi muhaliflere yardım ettiği için tutuklandı. Serbest bırakıldıktan sonraki 16 yıl boyunca ülkeyi terk etmesi yasaktı ve bu sürede hapishanede tanıştığı insanların anılarından esinlenerek eserler ortaya koydu. Mahkum arkadaşlarının hayatlarındaki hassas ve samimi anları betimleyen 15 eseri mevcut.
6. Barbara Ess 2018’de fotoğrafçı Barbara Ess, akut bronşitinden kurtulmak için bir aydan fazla bir süre boyunca kendini dairesine kilitledi. Sanatçı, dairesinden dışarıyı izlemekle yetiniyordu. Zamanla evin içindeki küçük ayrıntılarına yöneldi. Bununla birlikte, gümüş, siyah beyaz boya kalemleriyle yapmış olduğu, kapalı kalmak anlamına gelen ‘Shut In’ serisi doğdu.
7. Joseph Beuys 1974 Almanya doğumlu Joseph Beuys, ‘Amerika’yı Seviyorum ve Amerika Beni Seviyor’ adlı performans sanatı ile tanındı. Bu performans sırasında üç gün boyunca bir New York galerisinde vahşi bir çakalla yaşadı. Sanatçı çakalı Amerikan bireyciliğinin somutlaşmış hali olarak görüyordu ve hapsedilmenin doğayla sembolik uzlaşması olması amaçlanıyordu. Şaşırtıcı bir şekilde, hayvan sanatçının varlığına alıştı ve vahşileşmekten çok ehlileşti. Hatta 3 günün sonunda Beuys ona sarıldığında çakal da ona sarıldı.
8. Egon Schiele Nisan 1912’de Egon Schiele’nin evi ve stüdyosu, cinsellik içeren portreleri nedeniyle şüpheli ve ahlaksız bulunarak polisler tarafından arandı. 100’den fazla çizimine el konuldu ve sanatçı pornografi suçlamalarıyla yargılanmayı beklerken 24 gün hapis cezasına çarptırıldı. Bu hapis cezası sırasında hissettiği yalnızlık duygularını çizimlerine yansıttı ve kariyerinin en önemli eserlerini böylece ortaya koymuş oldu. Schiele sonunda aleyhindeki suçlamalardan beraat etti, ancak erotik portrelerini yeterince güvenli bir yerde tutmadığı için duruşmadan sonra üç gün daha hapis cezasına çarptırıldı.
9. Claude Cahun ve Marcel Moore Üvey kız kardeş olan Cahun ve Moore aşık avangart sanatçılar olarak biliniyorlar. 1940’ta İngiltere açıklarında, Jersey’de yaşıyorlardı. Buna karşılık, Alman askeri saflarında muhalefet yaratmayı amaçlayan Dada’dan ilham alan eylemler düzenlediler. 1944’te keşfedilip tutuklandıklarında Cahun ve Moore ölüm cezasına çarptırıldılar, ancak ceza hiçbir zaman uygulanmadı. Hapishanedeki yalnızlık ise eserlerinde en çok işledikleri konu oldu.
10. Pablo Picasso Eleştirel bakış açısını yansıttığı tabloları ile ünlü olan İspanyol ressam Picasso, aynı zamanda duygusal buhranlar geçirdiği dönemleri ile de meşhur. Aslında 1901 yılında henüz 19 yaşındayken uğradığı ihanet ile bir depresyona girdi. Uzun yıllar etkisini eserlerinde göreceğimiz kendini dış dünyaya kapama ve sadece düşünme dönemi böylece başladı. Yalnızlık ve bu yalnızlığın verdiği ‘düşüncesel huzur’ birçok eserine konu oldu.
11. Edward Hopper Sabah Güneşi adlı eserinde içe dönük yalnızlığı konu alan Hopper aynı zamanda oldukça realistti. Amerikalı ressam, birçok eserinde gerçekçilikle dünyanın içindeki yalnızlığı resmetti. Bu temanın içerisinde şehir hayatının getirdiği depresiflik ve doğadan uzaklaşmanın insana verdiği hüzün de mevcut. Hopper’ın gerçekçiliği, gösterdiklerinden ziyade dışarıda bıraktıklarıyla tanımlanan, minimalist ve farklı bir bakış açısına sahip.
12. O. Louis Guglielmi Soyut dışa vurumculuğun önemli temsilcilerinden biri olan Amerikalı ressam Guglielmi de şehir hayatının insanı ne kadar yalnızlaştırdığından yakınanlardan biri. Sanayileşme ile birlikte yeni yaşam tarzlarına sahip olmamızı eserleri ile eleştirdi. Yeni sosyal realizmin sürrealizme kaydığı ince bir çizgide olan eserleri ile ünlendi.
13. Sylvia Plath Ünlü yazar Sylvia Plath de yalnızlığın tam anlamıyla kitabını yazanlardan. Günlükler adlı eserinde yalnızlık hakkında şöyle diyor;
‘Tanrım, hayat yalnızlıktır. Tüm gösterişlere rağmen, hiçbir amacı olmayan partilerin cicili bicili neşesine rağmen, hepimizin taktığı sahte sırıtan yüzlere rağmen… Sonunda ruhunu dökebileceğini hissettiğin birini bulduğunda, söylediğin sözlerle kendin de şok olursun. O kadar paslı, o kadar çirkin, o kadar anlamsız ve içindeki küçük sıkışık karanlıkta uzun süre tutulmaktan zayıflardır ki sözlerin. Evet, neşe ve arkadaşlık vardır ama ruhun korkunç öz bilincindeki yalnızlığı daha güçlüdür.”
14. Paul Delvaux Belçikalı ressam Paul Delvaux’un bu eserinin adı ‘Yalnızlık’ Ressamın hayatı boyunca birçok sürrealist artist ile arkadaşlığı oldu ve onlardan oldukça etkilendi. Kendisi kadınlara hayrandı. Eserlerinin hemen hemen hepsinde büyülü güzellikte tasvir edilmiş kadınlar mevcut.
15. Salvador Dali Yalnızlık temasını eserlerinde işleyen sanatçılardan söz edildiğinde en çok akla gelen isimlerden biri olan Dali’nin bu eserinin adı da tıpkı Paul Delvaux’unki gibi ‘Yalnızlık’ Aralarındaki fark ise Dali’nin kendi yalnızlığını ve derin hüznünü resmetmiş olması. Kendi içindeki çelişkileri ve öz güven sorunları onu kendini dış dünyaya kapamaya itti. Eserlerinde de sıkça yalnızlığını dışa vurdu.
16. Mario Sironi Aynı zamanda heykeltraş olan İtalyan sanatçı Mario Sironi’nin bu eserinin adı da ‘Yalnızlık’ Sironi’nin sanatında melankoli ve yalnızlık her zaman mevcuttu. Tıpkı diğerleri gibi modern şehir yaşamı deneyimini katı biçimlerde ve yoğun karanlık atmosferlerde ifade etti. Şehirler ona göre insanları yalnız kılan makinelerdi.
17. Jean Désiré Gustave Courbet Ünlü Fransız realist ressam Courbet, çocukluk köyü Ornans’ın ormanlarında yalnız başına yürümekten oldukça hoşlanan bir insandı. Puits-Noir adı verilen bu sevdiği yer, sanatçının kendi içine çekilip ilham aldığı bir yerdi. 1866’da Courbet, patronu Alfred Bruvas’a yazdığı bir mektupta burayı memleketinin vadilerinde üretilen derin yalnızlığın muhteşem manzarası olarak tanımladı.