KAMİL EŞFAK BERKİ Moğolların Türk olup olmadığı sürekli gündeme gelen bir sorudur. Türkler, bütün Asya’nın tek kavramı olsaydı bu merak tabiî …
KAMİL EŞFAK BERKİ
Moğolların Türk olup olmadığı sürekli gündeme gelen bir sorudur. Türkler, bütün Asya’nın tek kavramı olsaydı bu merak tabiî olurdu. Fakat Çinliler, Japonlar, Hintliler de var.
Osmanlı asırlarında Moğol ismi kullanılmıyordu diyebiliriz. Fakat Moğollardan söz açılacaksa Tatar denilirdi. Örneğin Cengiz Han öyle anılmıştır. Cengiz’in torunlarından olan Timur için de böyledir. Aslında “tat” Farsça bir sözcüktür. İranlı, başka bir kavimden olup da ülkesine gelmişe “tat” derdi. Zamanla “tatar”a evrilmiş, Türkler de (çekik gözü ima yoluyla) Tatar demişlerdir. Moğol orduları batıya doğru ilerledikçe, birkaç yüzyıl içinde çekik gözlü doğan yeni kuşakların sayısı artmıştır. Burada bilinenin aksine, biyogenetik olarak çekik gözlülük babadan ziyade anneden gelmektedir.
Tarih, sadece askerî açıdan görüldüğü zaman Moğol ordularının yaptığı katliamların dayanılmaz acı hatıraları Türkmenler, İranlılar, Araplar arasında derin bir korku yaratmış ve bu korkunun verdiği dehşet yüzünden Cengiz ismini benimsememek, bundan da ötesi doğan çocuklara onun ismini asla koymamak nesilden nesle aktarılan bir dikkate evrilmişti. Bir gelenek halini almıştı. Süleyman Nazif 1922’de yazdığı bir yazıda bazı hassasiyetlerden uzaklaşıldığını ve bu duruma dikkat edilmesi gerektiğine işaret ederken, özellikle İstanbul’da çocuklarına Cengiz ismi koyan ailelerin artmakta oluşunu örnek verir. Divan şiirinde Cengiz adı geçmez. Fakat Cengiz’in torunu Hulâgû’ya ilençler sık sık görülür. Bağdat’a gelinceye kadar geçtiği yerlerde ve Bağdat’a girdikten sonra insan ve kitap katliamları toplumun bilinçaltından şiire geçmiştir. Sevilmeyen, nefret edilen birinden, “Hulâgû Han mısın a kâfir” şeklinde söz edilir.
AYDINLATICI BİR MONOGRAFİ
Kudüs İbrani Üniversitesi akademisyenlerinden Michal Biran, 2007 yılında yayımladığı Chinggis Khan kitabında otantik bilgilere önem vererek, aydınlatıcı bir monografi ortaya koymuştur. Kitapta beş harita bulunuyor: “Cengiz Han’ın ölümü sırasında ve en geniş haliyle Moğol İmparatorluğu”, “Cengiz Han’dan önce Asya”, “Cengiz Han’ın fetihleri”, “Dört Moğol Hanlığı, y.1290”, ve “On yedinci yüzyıl ortasından Asya: Cengiz mirası (On sekizinci yüzyılda Qing genişlemesiyle birlikte)”. Ayrıca Cengiz Han’ın şeceresi ve Cengiz Han’ın torunlarını gösteren iki de şekil bulunuyor.
Kitap, 1317’de ölen tarihçi Reşidüddin’den bir alıntıyla başlıyor: “Cengiz Han’ın hükümdarlığının başlamasından daha dikkate değer hangi olay olmuş ki yeni bir çağ sayılsın?”
Reşidüddin’in bu sözleri Makedonyalı İskender’in prestijine meydan okuma da olabilir. Bu ihtimale yol açan tarih psikolojileri vardır. Bunlardan biri şöyle belirmektedir: (…) Eşzamanlı olarak Cebe ve Sübedey [Cengiz’in en iyi iki generali-s. 88], Harezmşah’ın peşinde Kuzeybatı İran’ı silip süpürüyordu. İranlı baştan başa geçip Irak sınırına dayandı; ürken halife, Moğollara karşı birleşmiş bir Müslüman cephe (a.b.ç.) toplamaya başladı. Ne var ki, Moğollar Harezmşah’ın Azerbaycan’a gittiğini kuzeye yöneldi ve halifeyle çatışmayı birkaç on yıl erteledi. Kaçmaktan başka bir şey yapamayan çaresiz Harezmşah, sonunda Hazar Denizi’nde küçük bir adaya sığındı; 1220’nin sonunda ya da 1221’in başında Cebe ve Sübedey, Harezmşah’ın (kalp krizinden ya da zatürreden) öldüğünü öğrendi. Bu, “İkinci İskender” yalnız ve kimsesiz öldü, hizmetinde kalan tek kölenin gömleğiyle gömüldü.
Büyük İskender bir Yunanlı değil, Makedon’dur ve Makedonlar M.Ö.1000’e doğru Mısır istilâsına uğrayan Firik halkının torunlarıydılar. Firikler, Makedonya’ya kaçmışlardır. İskender (ö. M.Ö.333) Gordiom’da ata yurduna ayak basmış oluyordu.
Hindistan’a orduyla giden ilk Batılı ise Uranos’un Fas-Moretanya’da kurduğu pre-antik devletin kralı Kronosoğlu Zeus’un oğlu Dionysos’tur.
YIKICI VE YAPICI ETKİLER
Celâleddin iki defa Moğol müfrezelerini dağıttı. Cengiz bizzat orduyla gelip Celâleddin’e harp nizamı aldı. İki ordu Kasım 1221’de İndus Irmağı kıyısında karşı karşıya geldi. Celâleddin’in savaşçı nitelikleri Cengiz’i hayran bıraktı. Kırıla kırıla tek başına kalınca, atıyla nehre atıldı, Cengiz askerlerini durdurdu ve Hindistan’a geçişini tepeden seyretti. (Namık Kemal bu olayı “Celâleddin Harzemşah” adlı eserinde işlemiştir.) Peşindeki kovalamaca Hindistan’da ve Azerbaycan’da Celâleddin’in 1231’deki ölümüne kadar sürdü.
Biran kitapta, Cengiz Han’ın Asya ve İslâm dünyası üzerinde hem yıkıcı hem de yapıcı etkileri olduğunu göstermeyi amaçlıyor. Eserde ayrıca yıkım ve yağmacılık (ve biz ekleyelim: korkunç kıyımlar) gösterilmiştir. Buna karşın Cengiz’in Orta Asya Türk-İslâm medeniyetini miras bıraktığı ise kabul edilemez. Türk’ün, Moğollar görününceye kadar geçen 500 yılda İslâm’ı kabulü ve medeniyetin kurulmuş olduğu bir gerçektir.
Kâmil Eşfak Berki’nin 1988’de Diriliş dergisinin 7. Dönem, sayı: 8’deki “Kubilay Han: Moğollarda Odak Noktası” yazısında Morris Rossabi’nin Cengizli hanedanı içerisinde İslâm’a gelen torunları işaret eden bilgileri sergilenmişti.
Mevlânâ ve Evliya Çelebi Cengiz’in hayatındaki meziyetlerini de yorumlamışlardır. Timur ve Babür Şah da Müslüman hükümdarlardı. Anadolu’daki Moğol kuşakları da sonuçta İslâmiyet’i kucaklamışlardır. Kırım Girayları da Moğol asıllı samimî Müslümanlardı. Türkler ve Moğollar kaynaşmışlardır.