2 Ocak 2021 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanı kararı ile Prof. Dr. Melih Bulu, Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör atanmıştır. Bu …
2 Ocak 2021 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanı kararı ile Prof. Dr. Melih Bulu, Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör atanmıştır. Bu atama, aynı “pakette” yer alan yirmi atama kararından biridir. Atamalar, 3 sayılı “Üst Kademe Kamu Yöneticileri ile Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Atama Usüllerine Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi”ne dayanıyor.
Bu yazıda, atama işlemine karşı açılabilecek bir idari davanın davacısının kimler olabileceğine; başka bir anlatımla kimlerin “menfaat” koşulunu sağladığına kısaca değinilecektir.
REKTÖR ATANIR MI, SEÇİLİR Mİ?
1946 yılında kabul edilen 4936 sayılı Üniversiteler Kanunu ile rektörlerin (ayrıca dekanların) öğretim üyelerince seçilmesi düzenlenmişti (m.12). Bu kanunda getirilen “bilimsel ve idari” özerklik kavramı 1961 Anayasası’na da girmiştir. 1971’deki anayasa değişikliğiyle bu kavram “üniversite özerkliği” olarak budansa da 1973’te kabul edilen 1750 sayılı Üniversiteler Kanunu, rektörün öğretim üyelerince seçileceği esasını değiştirmemiştir (m.13). 1982
Anayasasında “bilimsel özerklik” kavramı geçmesine karşın, bu anayasadan birkaç gün önce çıkarılan 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nda rektörün YÖK’ün önereceği adaylar arasından cumhurbaşkanınca atanacağı esası getirilmiştir; ancak bu yasada 1992’de yapılan değişiklikle, adayların seçimi yine öğretim üyelerine bırakılmıştır. 2016’da (2018’de 7070 sayılı yasaya dönüşecek olan) 676 sayılı KHK ile YÖK’ün önereceği adaylar arasında cumhurbaşkanınca atama yapılma usulü (geri) getirilmiş (m.85); böylece 1981’deki sisteme dönülmüştür. (Cumhurbaşkanının vakıf üniversitelerinin rektörlerini ataması da yine bu düzenlemeyle getirilmiştir.)
Aynı yıl çıkarılan 703 sayılı KHK ile YÖK’ün önerisi de kaldırılıp Cumhurbaşkanının kimi isterse onu rektör atayacağı düzenlenmiştir. 3 sayılı CBK ile de bu yetkinin altı çizilmiştir.
1982 Anayasasının 130. maddesinde rektör seçimine ilişkin esasların kanunla düzenlenmesi gerektiği yazılıdır. Oysa yürürlükteki düzenleme, KHK ve CBK ile yapılmıştır. Bu durumun hukuka uygun olup olmadığını tartışmaya bu yazının hacmi yetmeyeceği için, bu kadarına işaret etmekle yetiniyoruz.
NE YAPILABİLİR?
Bir idari işlemin hukuka aykırı olduğunu düşünenler idari yargı organına başvurarak iptal davası açar. Davacının, diğer bazı koşulların yanında, “menfaatinin ihlal edildiğini” de ortaya koyması gerekir. Bunun anlamı şudur: Bir idari işleme karşı dava açacak olan kişinin o işlemden etkilenen bir “menfaatinin” olması gerekir. Menfaat, gündelik dildeki “yarar”, “çıkar” biçiminde anlaşılmamalıdır; çünkü çoğu durumda, iptal davası açan kişi bireysel yararının dışında, ötesinde bir amaçla hareket etmektedir.
Örneğin, üniversiteye rektör atama işlemine karşı dava açmayı düşünen birinin, bu işlemin iptalinden bireysel “çıkar” beklemesi düşünülemez. Başka bir anlatımla, buradaki menfaat, hukuka aykırı olduğu düşünülen bir idari işlemle bir “ilgi”, bir “bağ” olarak anlaşılmalıdır. Nitekim, önceki yasalarımızda “alakadar” da denmekteydi.
Yasada menfaat ihlalinin bir koşul olarak getirilmiş olması, bir idari işleme karşı herkesin dava açamayacağı konusuyla ilgilidir. Dava açabilecek olanlar menfaati ihlal edilmiş olanlardır. Peki bunlar kimlerdir? Bu soruya, matematik kesinlikte bir yanıt vermek olanaksızdır; ama her olayda, işleme bakarak bir yanıt üretilebilir. Bunun için idari işlemin kimler üzerinde etki yarattığı incelenmeli ve bu etki bir çerçeveye (menfaat çemberine) oturtulmalıdır.
ÖĞRENİM GÖRMEK YETERLİ
Boğaziçi Üniversitesi’nin (BÜ) öğretim üyeleri, bu işlemin doğrudan muhatabı değildir, ancak işlemden doğrudan ve sürekli biçimde etkilenmişlerdir. Zira görev yaptıkları kurumun en üst yöneticisi atanmıştır. Yukarıda da belirtildiği gibi, 1946-2016 yılları arasında (1981-1992 aralığı dışında) öğretim üyeleri rektörleri ya da rektör adaylarını seçmişlerdir.
Dolayısıyla, BÜ’nün öğretim üyeleri bu işleme karşı dava açarlarsa, menfaat koşulunu sağladıkları tartışmasız olduğu kabul edilmelidir. Üstelik, rektör olarak atanan Prof. Bulu, BÜ’de öğretim üyesi olarak görev yapmamış bir kişidir; bu üniversitede lisansüstü öğrenimi yaptığı söylenmektedir. (YÖK’ün akademik sayfasında da BÜ internet sitesinde rektöre ilişkin bilgi yoktur.)
Üniversite ile “ilgi”si bununla sınırlı bir kişi o üniversiteye rektör olarak atanabiliyorsa, en az bu koşulu sağlayan herkesin, bu işleme karşı açılan davada menfaat koşulunu sağladığı kabul edilmelidir. Başka bir anlatımla, “lisansüstü öğrenim yapmış olmak” atama işlemi için yeterliyse; atama işlemine karşı dava açacaklarda da böyle bir “ilgi bağı” menfaat ihlali koşulunu sağlamada yeterli görülmelidir.
BÜ öğrencilerinin, mezunlarının öğrenim gördükleri üniversitenin en üst yöneticisinin atanması işlemine karşı bu koşulu sağladıkları düşünülebilir mi? Yukarıdaki çerçeve uygulandığında, “öğrenim” koşulu, menfaat ilişkisinin kurulması bakımından yeterli sayılmalıdır.
Buna göre belirlenen “etki alanı” menfaat koşulunun “asgari” çerçevesi olmalıdır. Yoksa bu koşul geniş yorumlanmak istenirse, herhangi bir öğretim üyesinin, hatta herhangi bir öğrencinin de bu işleme karşı açacağı iptal davası dinlenmelidir.
SONUÇ
Kamu tüzelkişisi olduğu ve özerkliği anayasada düzenlenmiş üniversitelerin rektörünün atanması, hem bu anayasal esaslara hem demokratik ilkelere aykırıdır. Bu aykırılığın mahkeme önüne götürülmesi bakımından, “menfaat kavramı” olabildiğince geniş tutulmalıdır.
DR. AHMET YAĞLI
OKAN ÜNİVERSİTESİ