Usta yönetmen Ozan Uzunoğlu , kariyerinde birçok başarılı projeye imza atarak Türkiye’nin sinema sahnesine önemli katkılarda bulundu. Ancak, Türkiye’nin yakın geçmişinde yaşanan olaylara dair duygusal bir çıkış yaparak, ‘Keşke bu tarz olaylar olmasaydı, biz de bunların filmlerini yapmasaydık.’ ifadesini kullanmıştı. Bu sözlerine rağmen, TRT ortak yapımı ‘Nefes – Yer Eksi İki’ filmi, başrollerinde Murat Yıldırım, İlker Aksum, Şahin Kendirci ve Arda Anarat’ın yer aldığı, bir karakoldaki Mehmetçiklerin zorlu mücadelesini konu alan bir yapım olarak beyaz perdede büyük ilgi gördü. Film, vizyona girdiği ilk hafta sonunda 109 bin 565 seyirciyle haftanın en iyi açılış yapan filmi oldu ve ikinci hafta sonunda ise 83 bine yakın seyirci sayısıyla en çok izlenen film unvanını elde etti. Usta yönetmen ile Ozan Uzunoğlu’nun ustalıkla işlediği ‘Nefes: Yer Eksi İki’ filmini ve yönetmenliğine dair merak edilenleri konuştuk.
-Filmin etkileyici atmosferiyle izleyicilerin duygularına dokunması büyük bir başarı getirdi. Bu izleyici çekimini ve olumlu tepkileri değerlendirerek, filmin başarısı hakkında düşüncelerinizi paylaşır mısınız? Her şeyden önce bu filmin başarısı sadece benim sinemacılık yeteneğimden veya kişisel çabamdan kaynaklanmıyor. Hikâyesini anlattığımız insanların mücadelelerinin, fedakarlıklarının, cesaretlerinin ve en önemli tertemiz kalplerinin etkisi var filmin başarısında…Teknik olarak, prodüksiyon olarak veya görsel anlatım olarak bizim filmimizin önünde yer alabilecek bir çok proje görücüye çıkıyor. Nefes – Yer Eksi İki filminin bu kadar iddialı bir çok filmin arasında kendisine önemli bir yer bulabilmesi Türkiye’nin yakın geçmişindeki isimsiz kahramanların gerçek hikayelerini bütün samimiyetiyle anlatan bir film olması… Gereksiz bir iddiaya, gereksiz bir gizem yaratma çabasına girmeden olduğu gibi ve samimi bir şekilde saf ve temiz insanların hikâyesi bu…
-Türkiye’nin yakın geçmişindeki ve yakın zamanda ki gerçek olayları filme dönüştürmek, yönetmenlik açısından nasıl bir sorumluluk getiriyor? Bu tür hikayelerde içsel çatışmalar yaşadığınız oluyor mu, oluyor ise nelerdir?
Türkiye’nin yakın geçmişinde anlatılması gereken, sinemaya ya da edebiyata uyarlanması gereken çok önemli konular var… Bir sinemacı olarak gerçek öyküleri anlatmak tabii ki çok cezbedici… Anlattığınız şeyin gerçek insanların gerçek öyküleri olduğunu bilmek o konuya inanmanızı ve sahiplenmenizi sağlıyor. Fakat bizim hikâyemizde Türkiye’nin doksanlı yıllarında terörle mücadele sürecini yaşayan, oralarda savaşmış, gazi olmuş, şehit olmuş gerçek insanlar yer alıyor. Bu bir sinemacıya çok fazla sorumluluklar yüklüyor. O insanların hatıralarını, acılarını, özlemlerini anlatırken çok daha hassas ve duyarlı olmanız gerekiyor. Filmler insanların çeşitli duygularına hitap ederek ve duyguları film boyunca yükselterek başarılı oluyor. Fakat burada film boyunca izleyiciyi heyecanlandırmak veya germek adına öyküsünü anlattığımız insanların hatıralarına, duyarlılıklarına dokunacak şeyler yapmamak gerekiyor. O nedenle çok daha özenli ve dikkatli çalışmak gerekiyor. Filmin her karesi her saniyesi tekrar tekrar gözden geçiriliyor bu sebeple…
-Filmdeki duygusal yüksek anlar ve dramatik sahnelerle başa çıkma süreciniz hakkında neler söyleyebilirsiniz, film size ne hissettirdi?
Ben konuya önce bir sinemacı gibi yaklaşmıyorum. O karakoldaki askerlerin veya köylülerin arkadaşıyım ya da kardeşiyim öncelikle. Hikâyeye bu hissiyat yaklaştığınızda tavrınız da tarzınızda değişiyor. O duygusal sahneleri çekerken bir sinemacı gibi bakmamaya çalışıyorum. Bu karakterin o anda o mekanda yanında olsaydım ne hissederdim nasıl bakardım ona düşünüyorum. İşte o zaman o sıradan bir film sahnesi olmaktan öte daha duygusal daha etkileyici bir ana dönüşüyor. Filmi defalarca izledim haliyle. Normalde bir zaman sonar sıkılıp konuya iyice yabancılaşmam gerekiyordu. Fakat her izleyişimde başka bir karakterin hikayesine odaklanıyorum ben. Filmde anlattığımızdan öte anlatamadığımız anlarını da düşünüyorum. Ve haliyle çok etkileniyorum.
-Filminizin konusu, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde geçen hikâyeleri seçme sebepleriniz nelerdi?
Projenin çıkış noktası benim yazarımız Hakan Evrensel ’le ve onun Güneydoğu Anadolu sorunuyla ilgili yazdığı eserlerle tanışmamla oldu. Hakan Evrensel, Türkiye’de Güneydoğu Anadolu ve Terörle Mücadele konusu ile ilgili yazılan ilk edebi eserleri, öykü ve romanları yazan bir yazar. Ben Güneydoğu’dan Öyküler ve Yolun Açık Olsun kitaplarını okuduğumda çok etkilenmiştim. Yer Eksi İki romanını okuduğumda ise hiç tereddütsüz “Bu roman mutlaka film olmalı.” düşüncesiyle harekete geçtim. Yapımcımız Mustafa Cihat Durmuş ile üzerinde çalıştığımız başka projeler vardı. Ama “Yer Eksi İki” birden bütün gündemin önüne geçti ve bu filmi yapma kararını ortaklaşa vermiş olduk. 2021 yılının yaz aylarında proje ile ilgili masa başı çalışma süreci başladı. 2022 Haziran ayında filmin çekimlerini gerçekleştirdik. Uzun bir post prodüksiyon sürecinden sonra filmimiz 2023 yılının Aralık ayında seyirciyle buluştu nihayet.
-Kitap uyarlaması yapmak riskli olabilir. Neden bu spesifik kitap, “Nefes: – Yer Eksi İki” filmi için tercih edildi ve hikâyenin güncel önemi sizce nedir? Bir edebiyat eserini filme dönüştürmek gerçekten zorlu bir süreç. Okuduğunuz bir romanın her sayfası her okuyucuda çok farklı duygular ve imgeler uyandırıyor. Fakat bu eseri bir filme dönüştürdüğünüzde bir kişinin görsel anlatımını tercih etmiş oluyorsunuz. Bunun beğenilmesi ve kabul görmesi gerçekten riskli. Yer Eksi İki romanını tercih etmemizin sebebi daha önce de belirttiğim gibi ülkemizdeki terör meselesiyle ilgili yazılan ilk eser olması ve gerçekten terör meselesine bir çok farklı karakterin gözünden bakıyor olması. Deneyimli bir Yüzbaşı, artık mesleğine yabancılaşmış bir savaş muhabiri, yörenin içinden genç bir delikanlı, Anadolu’nun bambaşka diyarlarından oraya göreve gelmiş gencecik askerler… Hepsinin hikâyesi farklı olsa da buluştukları nokta ve kader çizgisi aynı… Sinema sadece eğlendirip dünyanın dertlerini unutturan bir etkinlik değil. Bazen yaraların ne kadar derin ve zorlu olduğunu da gösteren bir sanat dalı. Birileri de böyle hikâyeleri anlatmayı göze almalı. Bu seferlik görev de bize düştü…
-Farklı türlerdeki filmleri yönetirken hangi türün size daha iyi hissettirdiğini düşündünüz ve neden?
Aslında burada filmlerin türlerinin farklı olması çok da anlamlı bir ayrım değil… Bir filmin en önemli gücü anlattığı hikayenin etkileyici olması. İnsanda güçlü ve sahici duygular oluşturması. Bazen fantastik bir çocuk filmi anlattığı konu itibariyle size çok etkileyebilir, duygulandırabilir. Bazen de çok gerçekçi ve iddialı bir savaş filmi size hiç çarpıcı gelmeyebilir. Burada hikâyeyi nasıl ele aldığınız nasıl anlattığınız daha önemli… Ama genel olarak komedi türüne değil de dram filmlerine daha çok ilgiliyim… Ve tabii bu tarz filmleri üretmek beni daha çok tatmin ediyor.
-Sinema endüstrisindeki değişimlere ve yönetmenlik kariyerinizdeki gelişmelere dair düşüncelerinizi paylaşabilir misiniz?
Bu çok uzun ve kapsamlı bir konu aslında. Sinema sabit ve stabil iletişim yöntemi değil. Dünya durmadan değişiyor, günlük hayatımız, eğlenme biçimimiz, zamanı kullanma biçimimiz sürekli değişiyor. 15 yıl önce hayatımızda sosyal medya neredeyse yok denecek azdı. Bugün neredeyse hayatın temel dinamiği haline geldi. Mutlu olduğunuzda, üzüldüğünüzde, önemli bir olay yaşadığınızda önce sosyal medya da paylaşmak gereği ve ihtiyacı duyuyorsunuz. Sanki orada gülümserken bir fotoğraf paylaşmazsanız doğum gününüzün ne kadar eğlenceli geçtiğini kimseye ispatlayamayacaksınız gibi. Ya da bir yakınınız vefat ettiğinde önce orada paylaşmak ve üzgün surat koymak zorundasınız altına da. Bir kanıtlama ve gösterme çabası hayatın her anında bizi etkiliyor. Sinemada da böyle filmin gerçekten iyi olması ya da çok etkileyici olması değil ilk etapta önemli olan. Onun çok etkileyici ve iyi olduğunu kanıtlamak zorundasınız. Sonra insanlar buna ikna oluyor ve filmi izlemeye gidiyor.
-Yönetmenlik tarzınızda zamanla hangi evrimleri yaşadınız ve bu değişimlerin arkasındaki motivasyon neydi?
Yönetmenlik kariyerinde sürekli bir değişim ve ilerleme içinde olmanız gerekiyor. Hayat çok hızlı ilerliyor ve değişiyor. Bir yönetmen günceli çok iyi takip etmeli. Klasik ve geleneksel olanı da iyi bilmeli. Ve ikisini iyi harmanlamalı. Hiç bir zaman, “Tamam ben oldum.” cümlesini kurmadan sürekli bir öğrenme çabasındayım. Bu çaba beni geliştiriyor.
-İş birliği yaptığınız oyuncularla kurduğunuz ilişkilerin, set atmosferini nasıl etkilediğini düşünüyorsunuz? Bu konu deneyimle elde edilen bir olgu. Çalıştığınız oyuncunun sizin samimiyetinize ve duygularınıza güvenmesi gerekiyor. Hiçbir insan dünyadaki her şeyi eksiksiz bilemeyeceği bir yönetmen de anlatılan hikâyeyle ilgili her detayı eksiksiz bilemez. Öyle bir tavrı da olmamalı. Oyunculardan etkilenebileceğiniz veya öğrenebileceğiniz bir çok şey vardır. Burada kompleksiz ve özgüvenli yaklaşırsanız oyuncular size kendini teslim ediyorlar. Hikâyeyi anlatırken bir eksiklik ya da problem olsa bile iyi niyetle ve hassasiyetle bununla başa çıkacağınıza güveniyorlar. Bu da filmin başarısına yansıyor. Aksi halde yönetmen ve oyuncu arasında gereksiz ve anlamsız bir özgüven savaşı oluyor. Samimiyetsiz ve duygusuz filmler ortaya çıkıyor…
-Bir film çekerken, izleyicilerde bırakmayı umduğunuz etki nedir? Filmlerinizdeki ana temaları belirlerken nelere odaklanıyorsunuz?
Mutlaka izleyicinin kalbinde bir iz bırakabilecek bir yeri olmalı anlattığınız hikâyenin. Bu sebeple zorlama ve fazla karmaşık bir hikâyenin değil daha sade ve gerçekçi bir duygunun peşinden gitmeli. Ondan sonra insanların o filmden etkilenmelerini gerçekleştirmek sinemacılık yeteneğinize bağlı. Filmlerin konularını seçerken mümkün olduğunca uzun süre zihinlerinde kalabilecek sarsıcı ve etkili hikâyeleri seçmeye çalışıyorum tabii ki ama özel bir tema seçimim yok.
-Sinema dünyasında genç yönetmenlere veya sinema ile ilgilenenlere vereceğiniz önemli bir tavsiye nedir?
Kendimi birilerine tavsiye vermek yetkinliğinde görmüyorum ama bu yolda çok uzun bir yolculuğum ve uzun yıllara dayanan bir deneyimim var. Öncelikle öğrenmenin ve çabalamanın sonu olmayan bir süreç sinemacılık süreci… “Ben bu işi öğrendim, ben bir sinemacı oldum.” demenin hiçbir anlamı yok. Her film, her proje yeni bir öğrenme ve keşfetme süreci… Tabii ki insan deneyimler kazanıyor ama dünya çok çabuk değişiyor, öğrendiklerimiz çok çabuk eskiyor. Sadece sanatsal değil ekonomik bir denklemin içindesiniz sinemada. Çok kolay bir macera beklemiyor sizi ama güzellikleri ve keyifleri de var tabii. Ben ne söylersem söyleyeyim herkes kendi hikâyesinin başrolü. Kendi maceranızda başarılar diliyorum.
-Peki kendi kariyerinizde başlangıç dönemlerinizi hatırlayarak, genç oyunculara nasıl destek oluyorsunuz?
Sektörümüz benim kariyerime başladığımız dönemki gibi değil. Hem çok büyüdü ve genişledi, hem de artık daha profesyonelce ilerliyor her şey. Artık her projeye özel çalışma yapan cast direktörleri var. Oyuncularla bire bir ilgilenen ajanslar ve menajerler var. Oyuncuların kendilerini gösterebilmeleri de nispeten daha kolaylaştı. Ben de elimden geldiğince yetenekli ve özverili genç arkadaşlara çalıştığım projelerin castında yer vermeye çalışıyorum ama tabii ki gençlerin kendi çabaları ve kararlılıkları çok önemli.
-Son olarak, yeni bir projeniz üzerinde çalışıyor musunuz, film veya dizi?
Şu anda Trt Dijital Platformu Tabii için adalet ve adaletsizlik kavramı üzerine yoğunlaşan bir projenin hazırlığını yapıyorum. Sanırım yaz aylarında platformda yayında olacak. Bunun dışında senaryo aşamasında olan bir sinema filmim var. Bir baba oğul hikâyesi… Aile kavramına yoğunlaşan bir öykü… Yaz aylarında prodüksiyon aşamasına başlanır diye tahmin ediyorum…
Röportaj: Hande İpekgil
Instagram
Threads
X
Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio’nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio