Ressam Akın Ekici, Türk resim sanatında kendi yolunu çizmiş, gelenekseli çağdaşla ustaca harmanlayan ve bu sentezle özgün bir sanatsal ifade geliştiren bir sanatçıdır. Geleneksel motifler ve yerel dokuları modern ve evrensel bir perspektifle ele …
Ressam Akın Ekici, Türk resim sanatında kendi yolunu çizmiş, gelenekseli çağdaşla ustaca harmanlayan ve bu sentezle özgün bir sanatsal ifade geliştiren bir sanatçıdır. Geleneksel motifler ve yerel dokuları modern ve evrensel bir perspektifle ele alarak eserlerine taşıyan Ekici, bu yaklaşımıyla sanatının sınırlarını genişletmiş ve adeta bir köprü vazifesi görmüştür. Kendine has geliştirdiği, ‘spatula resmi’ olarak adlandırdığı teknik ile sanat camiasında dikkatleri üzerine çeken Ekici, çok katmanlı ve kalın boya kullanımıyla resimlerinde derinlik ve canlılık yaratmayı başarmıştır.
Eserlerinde yer alan ritmik döngüler, sonsuz ihtimalleri ve döngüleri temsil ederek izleyiciyi zamansız bir yolculuğa çıkarır. Akın Ekici’nin sanatı, gelenekselin çağdaşla dansı ve renklerin sonsuz oyunu olarak tanımlanabilir; her bir eseri, hem gözü hem de ruhu doyuran bir sanatsal ifade zenginliği sunar.Gelin Ressam Akın Ekici’yi daha yakından tanıyalım
– Türk resim sanatında dil, biçim ve olgu anlamında tanımlı ve istikrarlı bir örneğini veriyorsunuz. “Geleneksel” olanın modern olanda yeri olamayacağını savunanlara karşı bir manifesto sizinki resmi adeta. “Gelenekselle ilerleme”, “Gelenekseli içerme” karşıtlarına ve bu hususta “yerel” olandan hareketle ilerlemeden korkanlara karşı oluşan bir üslup sizinki. Geleneksel olanın çağdaşlar birleşmesi ne demek sizce?
– Dünyada özel bir resim tarzı geliştiriyorsunuz, kimseye benzemeyen, sadece “kendisine” benzeyen” spatula resmi diyorsunuz buna. Özellikle kendine has geliştirdiğiniz, çok katmanlı ve kalın boya kullanımına dayalı spatula tekniği ile yaptığım eserler sanat camiasında büyük ilgi gördü. Nasıl değerlendirirsiniz teknik yaklaşımı?
Bir gece vakti atölyede fırça ile astar boyarken yorulup sıkılmam sonucu astar olarak kullanacağım boyayı spatula ile tuval yüzeyine yaymayı denedim. O kadar sıkılmış ve yorulmuştum ki boyayı palete koyup oradan spatula ile alıp sürmeye bile tahammül edemeden, doğrudan tüpten tuvalin üstüne sıktım. İlk defa böyle bir şey yapmıştım. Boya öbek halde duvarda asılı duran tuvalden aşağı doğru kaymaya başladı. Neredeyse yere düşecekken hemen spatula ile yakalayıp yukarı doğu yaymaya başladım. Kalın boyanın spatulanın sürüş açısı ile ortaya çıkardığı doku ve uyguladığım kuvvete göre değişen izler bende müthiş bir heyecan yarattı. Bir anda bütün yorgunluğum geçti. Artık amacım astar yapmamın çok ötesine geçmiş, mevcut boya ile birçok soyut kompozisyonun varyasyonlarını oluşturmaya başlamıştım. Zamanın nasıl geçtiğini bilemedim. Sanki aynı resim içinde onlarca resim yapmıştım.
Resmin nerede biteceğine bir türlü karar veremiyordum. Tabii ki ortaya çıkan resim bugünkü eserlerimin çok prematüre haliydi. Ancak bir gerçek vardı ki o da spatula kullanmanın bana verdiği haz ve hızdı. Yaklaşık on iki yıl öncesine tekabül eden spatula ile resmin tamamını yapmaya yönelik ilk denemelerim sonucu çıkan eserlerde çok katmanlılıktan söz etmek pek mümkün değildi henüz. Bu ilk eserlerimin ilgi görmesi aynı anda taklitlerini de beraberinde getirdi kaçınılmaz olarak. Benim artık bunun üzerine bir şeyler yapmam taklitleri ekarte etmem gerekiyordu. İşte o zaman bugünkü çok katmanlı kalın boya kullanıma dayalı tekniğimin ilk örneklerini vermeye başladım. Ancak bu hemen olmadı. Bunun için çok çalışmam çok denemler yapmam gerekti. Sürekli düşünüyor ve denemeler yapıyordum. Tam olarak yapmak istediğim şey çok zordu. Birçok rengi boya henüz yaşken üst üste koymak, bunların ilk etapta asla birbirine karışmamasını ve çamurlaşmamasını sağlamak gerekiyordu.
Sonra da katmanlardan hangisini üst yüzeyde pürüzsüz olarak ortaya çıkaracağım, hangisini bir üst veya alt katmandaki boya ile karıştırıp çamurlaştıracağım, hangisini sputula ile tuval bezine yedireceğim ve kazıyarak bezle katmanların kaynaşmasından hangi tonları elde edeceğim gibi zaman içinde öğreneceğim bilgi ve deneyimlere ulaştım. Sonuçta ortaya öyle bir doku çıkıyordu ki, sanki bir tahta çubuğa sarılmış, renkleri ve tatları birbirlerine asla karışmayan sokakta satılan macun şekerlerini andırıyordu tuvaldeki yüksek üç boyutlu katmanlar. Bir boyanın içinden bambaşka ama saf renk bir başka boya çıkıyordu. Tabi bu sonuçlara ulaşabilmek uzun bir çalışma süreci gerektirmişti. Ziyan olan onlarca belki yüzlerce tüp boya. Emek, zaman, maliyet. En önemlisi de fiziki kuvvet gerektiriyordu. Sanki resim değil ciddi spor yapıyor gibiydim. Çok kuvvetli ve hassas bir bilek ve kuvvetli kol kasları gerekiyordu.
Halen yeni yeni şeyler koymaya çalışıyorum üstüne. Sanırım benim açımdan en keyifli yönü ise monokrom eserlerde bu teknikle yakalamış olduğum farklılık. Karşıdan baktığınızda tek bir renkmiş gibi görünen ama yaklaştıkça o tek rengin farklı tonlarının belirdiği, tamamen tuval ile yüz yüze geldiğinizde ise aynı rengin en az altı farklı tonunu rahatlıkla seçebileceğiniz bir üslup. Sonra tekrar geriye doğru resimden uzaklaştığınızda ise artık o farklı tonların eser üzerinde derinlik, açık-koyu algısı ve espasa neden olduğunun farkına vardıran bir teknik.
Örneğin bir kırmızı döngü resminde kullandığım en az altı farklı kırmızı tonu, ki bazen sekiz tona kadar çıkartabiliyorum, uzaktan bakıldığında resmin üzerinde ışıl ışıl parlayan ve zaman zaman yanıp sönen ışık oyunlarına imkân verebiliyor. Aynı rengin tonları resme hareket ve enerji veriyor. Tabii bun un için zemin de çok önemli. Tuvalinin astarının metalik bir renk olduğu zamanlarda bu ışık oyunları daha belirgin bir şekilde ortaya çıkıyor. Zaman içerisinde hangi metalik astarın üzerine hangi renk grupları daha iyi sonuç veriyor bunu da öğreniyorsunuz.
Eklemek istediğim bir diğer önemli konu da boya markaları. Size bahsettiğim farklı tonlardaki renk katmanlarından hangisinin hangi marka boyanın hangi pigmenti ve yoğunluk çeşidi ile yapılması gerektiğini de zaman içinde öğrendim. Tabi bunu öğrenmek de çok çalışmayı ve denemeyi gerektirdi. Bu çalışmalarda ortaya çıkan tecrübeler bana hangi katmanda hangi marka boyanın, hangi tonunun ne derece örtücü versiyonun kullanılması gerektiğini öğretti. Kimi yerde farklı tonların çok örtücü, kimi yerde az örtücü türlerini kullanmak gerekiyor. Aksi takdirde istediğiniz sonucu alamıyorsunuz.
Bu konuda son olarak şunu da belirtmek istiyorum. Spatula ile yaptığım eserlerimin ilk hallerini gören sayın Devrim Erbil Hocam, bu tekniği kalın boya ile kullanmam halinde çok daha etkili olacağını söylemişti. Çok haklıymış büyük usta.
– Dünyadaki, başta Avrupa olmak üzere önemli sanat başkentlerinde resimleriniz koleksiyonerlerde. Bu kolay ulaşılabilir bir hedef değil, sırrı ne?
– Bugüne kadar İstanbul, İzmir, Ankara, Ulanbatur/Moğolistan, Tiflis/Gürcistan, New Jersey ve New York /ABD’de olmak üzere onbir kişisel sergi gerçekleştirdiniz? Yeni hedefler neresi?
Son olarak 30 Aralık 2023 tarihinde İstanbul’da açmış olduğum sergimle kişisel sergilerimin sayısı on iki oldu. Ayrıca bunun yanında en az bir kişisel sergide sergilediğiniz eser sayısı ve ortaya koyduğunuz çaba ile aynı nitelikte olan ikili ve üçlü sergiler de oldu. Örneğin geçen yıl içinde değerli Hocam Ekrem Kahraman ve ressam Murat Kurt ile birlikte Ovooart Galeri’de gerçekleştirdiğimiz üçlü sergi, Çiğdem Erbil ile birlikte Bodrum Türkbükü’nde Touch Galeri’de gerçekleştirdiğimiz ikili sergi ve yine Denizbank Galeri Deniz’de Ovooart organizasyonu ile yine Murat Kurt ile yaptığımız ikili sergiler oldu. Bunlar da en az kişisel sergi kadar değer atfettiğim ve etkisi yüksek sergilerdi.
Önümüzdeki günlerde ise yine bir yurtdışı devlet sergim olacak. Mayıs ayında Romanya’da Bükreş Büyükelçiliğimizin himayesinde gerçekleştirilecek bu sergim ya Romanya’nın Piteşti şehrinde ya da başkent Bükreş’te olacak. Büyükelçiliğimiz ve küratörüm Yıldız İbram sergi mekanının belirlenmesine çalışıyorlar. Romanya Türk İş Adamları Derneği de sergiye katkı sunacak. Dernek serginin çok sayıda Türk iş adamının bulunduğu Piteşti kentinde olmasının daha etkin olacağını iletmiş Büyükelçiliğimize. Küratörüm Yıldız Hanım’ın görüştüğü bir Romen Milletvekili de sergi için Piteşti’de bulunan bir devlet sanat galerisini önermiş. Biz de iki hafta kadar önce Yıldız Hanım ile birlikte Piteşti kentine giderek olası sergi mekânımıza baktık. Çok güzel ve tarihi bir bina bu Romen Devlet Sanat Galerisi.
Ancak şu anda restorasyonda ve Nisan 2024 ayı sonunda bu restorasyonun biteceği öngörülüyor. Eğer bizim sergimizin yapılacağı Mayıs 2024 sonlarına kadar sorunsuz bir şekilde bu galerinin bize tahsisi söz konusu olabilecekse bu sergim Piteşti Devlet Sanat Galerisinde yapılacak. Eğer galerinin mayıs sonuna kadar yetişmeyeceği sonucuna varılırsa o zaman sergi Büşreş’te yapılacak. Bu olasılık için de yine Yıldız Hanım ve Büyükelçiliğimiz Bükreş’teki galerilerle görüşme halindeler.
Ayrıca şu anda katılımcısı olduğum “Balkanların Üzerindeki Işıklar” isimli bir Türk-Romen grup sergisi de halen Bükreş’te devam ediyor. Daha önce de bahsettiğim üzere geçen yıl bu grup sergisinin öncüsü niteliğinde olan farklı disiplinlerdeki Türk sanatçıların katıldığı “İstanbul’u Hiç Böyle Görmediniz” isimli bir başka sergi yapılmıştı Bükreş’te. Yine Yıldız İbram’ın küratörlüğünde yapılan bu sergiye resim disiplininde değerli Hocam Prof. Devrim Erbil ile birlikte katılmıştık. Bu sergi sırasında eserlerime çok yoğun ilgi gösteren Sayın Büyükelçimiz bana bu yıl bir içinde bir kişisel sergi yapma teklifinde bulunmuştu. İşte şimdi mayıs ayında yapacağımız bu kişisel devlet sergimim temelleri de o zaman atılmıştı.
Ayrıca 2024 mayıs ayında gerçekleştireceğim bir diğer sanat etkinliği de bu yıl birincisi düzenlenecek olan İAAF İzmir Sanat Fuarı olacak. Yine sevgili Hakan Körpi’nin sahibi olduğu Ovooart Galeri sanatçı olarak bu fuarda yer alacağım.
Devam eden aylarda iki önemli sergim daha olacak, bunlardan biri Temmuz veya Ağutos ayında sevgili Gaye Donay’ın sahibi olduğu Maji Art Galeri ile Bodrum Titanik Otel’de olacak. Bu kişisel sergimin de çok önemli bir sergi olacağına inanıyorum.
Ve devamında Eylül ayının son haftası içinde değerli Hocam Prof. Devrim Erbil ile Ayvalık Barbara Evi’nde (La Masion De Barbara) bir ikili sergi yapmayı planlıyoruz. Bu serginin hikayesi de şöyle; değerli hocam ile pandemi dönemi öncesinde memleketlim Bergama’da 2020 yılı Nisan ayında bir sergi yapmayı planlamıştık. Ancak pandemi nedeniyle bu sergi yapılamadı. Sonrasında da bizden kaynaklanmayan çeşitli sebeplerle Bergama’da bu sergiyi yapamadık bir türlü.
Geçen eylül ayında bir vesile ile Ayvalıklı olan değerli dostlarım sevgili Erman Karaca ve eşi Rüştü Karaca bana Ayvalık’ta bir sergi yapmamı önerdiler. Ben de Devrim Hocam ile Bergama’da yapamadığımız bu serginin Ayvalık’ta yapılabileceğini düşündüm. Değerli dostlarım bu fikrimi çok olumlu karşılayarak yine Ayvalıklı olan ve ülkemizin önemli iş ve sanat insanlarından biri olan Sayın Şerif Kaynar ile paylaştılar. Şerif Bey’in de olumlu yaklaşımıyla serginin önce Ayvalık Ayazması’nda yapılması düşünüldü. Ancak sonradan zamanlama nedeniyle Ayazma yerine Şerif Beyin sahibi olduğu aynı zamanda çok önemli bir “art and residance” mekânı olan Barbara Evinde yapılmasına karar verildi. Sevgili Devrim Erbil Hocam ile yapacağım bu ikili sergi benim için manevi değeri çok fazla olan bir sergi olacak.
Bu arada Ayvalık ve Bergama derken unutmadan ilave edeyim; değerli ressam ve küratör arkadaşım sevgili Dilşad Atosy’un başlattığı çok güzel bir proje var. Uzun yıllar hem İstanbul’da hem de Ayvalık’ta yaşayan ve sanat üretimini bu şehirlerde yapan Dilşad Atasoy çok güzel bir projeye beni davet etti. Hem de memleketim Bergama ile çok yakından ilgili olan bir projeye. “Parşomen Bir Serüvendir” isimli bir proje, Antik Çağ’da Bergama’da keşfedilen ve halen kullanılan, keçi derisinden üretilmiş “Parşomen” adı verilen ince ve kullanışlı yazı malzemesinin tuval olarak kullanılarak bunu üzerine resim yapılmasını konu ediniyor.
Antik Çağın en önemli iki kütüphanesi İskenderiye ve Bergama Kütüphaneleri. Bergama Kütüphanesinin rekabette geri kalmasını isteyen Mısır, Bergama’ya (o zamanki Pergamon’a) yazı için kullanılan papirüsün (kâğıt) gönderilmesini yasaklar. Sanat ve edebiyata düşkünlüğü ile bilinen Bergama Kralı I. Attolos kütüphanesini korumak için papirüsün yerine bir yazı malzemesi bulunmasını emreder. Bunun üzerine Bergamalılar dişi keçi derilerini işleyerek, papirüsten daha dayanıklı, ince ve kullanışlı bir yazı malzemesi geliştirirler. Böylece Bergamalılar parşömen sayesinde 200 bin kitaptan oluşan dev bir kütüphaneye sahip olurlar.
Antik dönemin bu ünlü kütüphanesi bugünkü birçok bilim dalının gelişmesine, düşünür, bilgin ve tıp insanlarının yetişmesine neden olur. Yirmi yıldır parşömen üreten İstanbul merkezli Kare Deri firmasının destekçisi ve sevgili Dilşad Atasoy’un yürütücüsü olduğu bu proje parşömenin ne denli önemli bir ana malzeme olduğunu sanat aracılığıyla ortaya koymayı amaçlıyor. Ben de bu projede parşömenden yapılmış tuvaller üzerine eserler üreteceğim. Proje kapsamında üretilen tüm eserler önce İzmir’de sonra da çeşitli şehirlerde belirlenecek galerilerde sergilenecekler.
– Resimlerinizde fraktal bir yapı kurmuş, özgün bir isim olduğunuzu düşünüyorum. Akın Ekici, “fraktal” resmin dünyadaki iyi temsilcilerinden biri olma yolunda.
– Resimlerinizdeki anlamın ve hissiyatın, sizin için ve ona bakanlar için farklı algılanması, size ne hissettiriyor? Sizce sanat zaten böyle bir şey midir?
Her zaman söylediğim bir şey vardır. Soyut ve soyutlama yapan bir ressam olarak siz bir resim yaparsınız, o resim onu izleyen kişilerin gözünde, gönlünde, algısında onlarca, yüzlerce resme dönüşür. O resim sizden çıkar izleyenlerin dünyasında kendi anlamını bulur. O zamana kadar olan yaşanmışlıklar, izleyenin o günkü ruhsal durumu, çevresel faktörler, dışarıdaki havanın soğuk veya sıcak olması ve aklınıza gelebilecek onlarca sübjektif faktör o resmin o kişi tarafından ve o gün için nasıl algılanacağını belirler. Sübjektif faktörler zaman içinde değişse bile o resmin ilk algılanış biçimi genellikle varlığını korur.
Zaman zaman aynı kişi farklı tarihlerde o resme farklı anlam ve algılar atfedebilse de o ilk görüldüğü günkü etki çoğu kez ağır basar. Ben eserlerimde hep bu bahsettiğim algılanma durumu yaşadım. Sizin bir eseriniz bir başkanın dünyasında onun algısıyla yerini almıştır. Ya da siz kendi algınızı bir başkasına aynen transfer etmişsinizdir. Her iki durum da ressam için kazançtır. Bence sanat zaten tam da böyle bir şeydir. Sanat düşünmeyi, irdelemeyi, farklı çıkarımlar yapmayı ve bunları estetikle buluşturup insan hayatında güzel kavramını yakalamayı amaç edinen bir süreçtir. Belki çok radikal olacak ama bana göre sanat pozitif şaşırtmaktır. Şaşırttığın ölçüde şaşırmayı da göze almaktır.
– Sanatta sizi yönlendiren, sizin esinlendiğiniz isimler oldu mu?
– Hangi sanatsal akımlardan etkilendiniz? Sizi etkileyen sanatçılar kimler? Sanat tarihinde sizi etkileyen akımlar, dönemler hangileridir? Sanatçılar kimlerdir?
Özellikle soyut sanat akımının ve kuramının kurucusu Vasili Kandinsky ve sonrasında Gustav Klimt’in soyutlama kompozisyonlarından ve kullandıkları renklerden çok etkilendim. Belki de son zamanlarda yoğun olarak kullandığım altın varaklı zemin ve bazı geniş alanları Klimt’in etkisi altında eserlerimde denemiş ve iyi sonuçlar almış olabilirim. Aynı şekilde Beyoğlu Akademiler Sanat Merkezindeki değerli Hocam Resul Aytemur’dan öğrenip bir dönem kalın fırça ile kullandığım renkçi yaklaşımın da eserlerinden hep hoşlanmış ve renklerine hayran olduğum Henri Matisse’nin renkçi anlayışıyla uyumlu olduğunu da zaman içinde fark ettim.
Tabi Türk sanatçılar içinde bu anlayışa yakın bulduğum Fahr-el Nissa Zeyd ve biraz da Bedri Rahmi Eyüboğlu da incelemem altındaki ressamlar oldular. Özellikle Zeyd’in renkçi ve coşkulu geometrik soyut kompozisyonlarına çok yakın hissettim kendimi. Bir de söylemeden geçemeyeceğim tarz ve anlatımı farklı olsa Burhan Doğançay ve özellikle Mavi Senfoni bazı eserlerimde ilham kaynağım olmuştur. Yine kompozisyonları, monokromculuğu ve derinlikli ifadesi ile Canan Tolon da ilgimi çeken ressamlardandır. Bunlar dışında Erol Akyavaş’ın doğu ve batı kültürünü bir arada ele aldığı soyut-figüratif kompozisyonları da zaman zaman beni etkilemiştir.
Ancak tüm bu saydığım ressamların ötesinde, her zaman belirttiğim gibi eserlerimde yakalamaya çalıştığım kusursuz coşkulu anlatım, uyum ve monokromun etkin kullanımı amacı büyük ölçüde Devrim Erbil disiplinindendir. Her ne kadar temalarımız genelde farklı olsa da tekniğimiz tamamen ayrı olsa da resim ve sanatçı olma felsefesi, eser üretim ve sunum disiplini, etkin ve görünür olma, her daim halkın ve izleyicinin yanı başında olma prensipleri her zaman için örnek aldığım Devrim Erbil sanat kimliğidir.
Resul Aytemür, Veysel Günay, Fevzi Karakoç, Yalçın Gökçebağ ve Denizhan Özer ile birlikte atölyemde sohbet ederken konu benim gençlik yıllarımda yaptığım resimlere gelmişti. Ben de size ilk okuldayken TRT’de yayınlanan resmimi anlatayım dedim ve o programı, o günkü heyecanımı anlattım. Ben hikâyeyi anlatır anlatmaz yan tarafımda oturan Yalçın Gökçebağ şöyle dedi; “O resmi televizyonda gösterilmesi için ben seçmişimdir. Çünkü o yıllarda TRT’deki bu programı ben hazırlıyordum ve gelen resimleri ben değerlendirip ekranda gösterilmesi için seçiyordum.”
– Resim sanatı topluma ne mesajlar veriyor?
– Resim yaparken ya da bitirdikten sonra burası olmadı ya da içinize sinmediğinde sil baştan mı başlıyorsunuz? Bu hatayı nasıl gözden kaçırdım dediğiniz oluyor mu?
Resimlerimi üretim sürecimde mutlak ara gözlem ve kontrol durakları uygularım. Resim yapmanın heyecanı, coşkusu, ritmi ve duygusal iniş çıkışları arasında mutlaka gözden kaçırdığınız, bariz hata yaptınız veya aslında hiç istemediğiniz bir şey yaptığınız ve fakat yorgunluktan veya körleşmeden dolayı bunu göremediğiniz anlar olur. O yüzden her o günkü çalışmam esnasında ara ara durup hiçbir şey yapmadan mora verip yaptığım resme uzaktan uzun uzun bakarım. İçime sinmeyen bir şey varsa onu nasıl düzeltebileceğimi düşünürüm. Bazen düzletme ihtimali yoksa bu durumda resmin o kısmını başka bir forma veya ifade biçimine dönüştürürüm.
Ayrıca kullandığım teknik var olabilecek hataları hemen düzeltmeye veya formu değiştirmeye çok imkân veren bir tekniktir. Kalın boya kullanıma dayalı spatula tekniğim ile istemediğim bir renk, figür, doku ve bir izin üzerini kolayca başka bir renk veya doku ile kapatabilirim. Hatalı gördüğüm veya istemediğim sonuç altta bir katman olarak kalır. Bunların dışında her çalışmam sonrasında atölyeden çıkamadan önce resmin son halinin veya bitmiş olduğunu düşündüğüm halinin fotoğraflarını çekerim. Sonra yolda veya evde bu fotoğraflara uzun uzun bakarım. Bunun çok faydasını gördüm. Her ne kadar atölye ortamında ara ara resmi seyredip kontrol etsem de atölyeden çıktıktan sonraki kontrol sanırım daha etkin oluyor.
Fotoğraflar da buna çok yardımcı oluyor. Sanki o fotoğraflara bakarken izleyen siz değil de dışarıdan bakan bir kişiymiş gibi oluyorsunuz. Bu durumda hataları veya istenmeyen noktaları görmek daha kolay oluyor. Üstelik bu fotoğraf incelmesini hem gece hem de ertesi sabah ayrı ayrı yapıyorum. Zira incelemeyi yaptığım zaman bile kusurları görmem de farklılıklar yaratabiliyor. Gördüğüm hataları veya hangi bölgeyi nasıl değiştirmem halinde resmin daha içime sineceği noktaları iyice tespit edip beynime kaydettikten sonra resimle buluştuğum ilk anda hemen bu düzeltmeleri yapıyorum. Sonra bu izleme, fotoğraflama ve tekrar değerlendirme süreci resmin tamamen bittiğine karar verdiğim güne kadar birkaç kere daha devam ediyor.
Çalışmamda bu süreçleri izlediğim için sonuçta bugüne kadar içime sinmeyen bir resmim veya sil baştan yaptığım bir resmim olmadı. İçime sinmeyen resimlerimi içime sinene kadar tekrar işlemeye devam ettim. Ne zaman içime siner hale gelirlerse o zaman tamamlanmış kabul ederek izleyici ile paylaştım, sipariş eden koleksiyonere teslim ettim veya sergilere dahil ettim.
– Dijital sanat, NFT, yapay zeka, vs. Teknolojinin son yıllardaki gelişimi yüksek sanatı öldürüyor mu sizce. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?